Dört kardeş, babalarıyla vedalaştıktan sonra bastonlarını alarak yola çıktılar. Bir süre gittikten sonra bir dört yol ağzına geldiler. Buradan her bir yol ayrı bir yöne gidiyordu.
En büyük oğlan, “Burada ayrılmamız lazım, ama tam dört yıl sonra yine burada buluşalım, o zamana kadar bakalım kader bize ne gösterecek” dedi.
Bunun üzerine her biri bir yol tuttu. En büyüğü bir adamla karşılaştı. Adam ona nereye gitmek istediğini ve niyetinin ne olduğunu sordu.
Oğlan, “Ben bir meslek öğrenmek istiyorum” diye cevap verdi.
“Benimle gel ve bir hırsız ol!”
“Olmaz! Bu namuslu bir meslek değil ki! Sonunda ipte sallanmak da var!”
“Aah, asılmaktan korkma! Ben sana sadece başka hiç kimsenin ulaşamadığı bir şeyi aşırmayı öğreteceğim.”
Oğlan sonunda razı oldu ve usta bir hırsız oldu; öyle maharetliydi ki, artık kimsenin malı güvencede sayılmazdı.
İkinci oğlan da bir adamla karşılaştı. O adam da aynı şeyi sordu, yani ne öğrenmek istediğini.
“Bilmiyorum” diye cevap verdi oğlan.
“Benimle gelirsen seni gökbilimci yaparım, hiçbir şey gözünden kaçmaz” dedi adam.
Oğlan razı geldi ve gökbilimci oldu. Ayrılıp giderken ustası ona bir dürbün vererek, “Bununla yerde gökte ne varsa görebilirsin, hiçbir şey senden gizli kalmaz” dedi.
Üçüncü kardeş bir avcının yanında çalışmaya başladı ve öyle bir ders aldı ki, sonunda usta bir avcı olup çıktı. Ustasıyla vedalaşırken adam ona bir filinta vererek, “Bu tüfeğin hiçbir kusuru yok, iyi nişan aldın mı hedefi yüzde yüz vurursun” dedi.
En küçük oğlan da bir adama rastladı. O adam da niyetini sorduktan sonra, “Terzi olmak ister miydin?” diye sordu.
“Bilmem ki! Sabahtan akşama kadar kamburum çıkarak iğne iplikle kumaş dikmek, ütülemek pek cazip gelmiyor bana” dedi oğlan.
“Sanki bir şeyden anlarmışsın gibi konuşuyorsun. Benim yanımda terzilik sanatının bir başka yönünü öğreneceksin! Bu çok saygın bir sanat aslında” diye konuşan adam sonunda karşısındakini razı etti.
Oğlan onun yanında bu mesleği temelinden öğrendi. Yanından ayrılırken ustası ona bir iğne vererek şöyle dedi: “Bununla önüne gelen her şeyi dikebilirsin; isterse yumurta kadar yumuşak ya da çelik kadar sert olsun! Ve öyle bir dikersin ki, dikiş izi kalmaz!”
Aradan dört yıl geçtikten sonra kararlaştırılan saatte kardeşler o dört yol ağzında buluştu; sarılıp kucaklaştılar ve babalarının yanma döndüler.
Yaşlı adam, “Oo, hangi rüzgâr attı sizleri” diye onları neşeyle karşıladı.
Her biri başından geçeni anlattı. Sonra da evin önündeki koskocaman bir ağacın altında oturdular.
Babaları “Şimdi sizi deneyeceğim, bakalım neler yapabileceksiniz?” dedikten sonra ikinci oğlana bakarak:
“Şu ağacın tepesinde, iki dal arasında bir ispinoz yuvası var. O yuvanın içinde kaç yumurta olduğunu söyleyebilir misin?” dedi.
Gökbilimci dürbününü çıkarıp baktı, “Beş tane” dedi.
Babası en büyük oğluna, “Sen ağaca çık, kuşu hiç ürkütmeden ve hissettirmeden o yumurtaları al getir” dedi.
Usta hırsız ağaca tırmandı ve kuşu hiç ürkütmeden yumurtaları aldı, sonra da babasına verdi. Babası onları alıp masanın her bir köşesine bir yumurta koydu; bir yumurta da masanın tam ortasına! Sonra avcı oğluna dönerek:
“Şimdi bir atışta beş yumurtayı ortasından vurarak ikiye ayır bakalım” dedi.
Avcı silahını omuzladı ve babasının istediği gibi beş yumurtayı, her birini ikiye bölecek şekilde vurdu. Hem de tek kurşunla. Herhalde özel bir barut kullanmıştı!
“Şimdi sıra sende” dedi babası dördüncü çocuğuna. “O ikiye bölünmüş yumurtaları ve de içinden çıkan yavruları hiç zarar vermeden dikeceksin!”
Terzi cebinden iğnesini çıkararak hepsini babasının istediği gibi dikti. İşini bitirdikten sonra hırsız kuşa hiç belli etmeden yumurtaları yine yuvaya taşıdı!
Kuş kuluçkaya yattıktan sonra yavrular doğdu; ama terzi onları daha önce diktiği için hepsinin boynunda kırmızı birer ip vardı.
“Valla, hepinizi övmem gerek; zamanınızı boşa harcamayıp birer marifet öğrenmişsiniz. Yeri gelince de bunu kanıtlarsınız herhalde” dedi babaları.
Nitekim günün birinde ülkede kızıl kıyamet koptu. Kralın kızı bir canavar tarafından kaçırılmıştı! Kral gecegündüz üzülüp durdu ve kızını bulup getireni damat yapacağını ilan etti.
Dört kardeş aralarında konuştular. “Marifetimizi göstermenin tam sırası” dediler. Ve prensesi bulmak üzere birlikte yola çıktılar.
Gökbilimci, “Ben şimdi onun nerede olduğunu bulurum” diyerek dürbününü çıkarıp baktı. “Onu görüyorum; ta uzakta, denizin ortasındaki bir kayalıkta, kendisine göz kulak olan bir canavarın yanında.”
Bunun üzerine kralın yanına vararak ondan kendisi ve kardeşleri için bir gemi istedi, sonra hep beraber denizdeki kayalığa ulaştılar. Prenses oradaydı, ama canavar onun kucağına yatmış uyuyordu.
Avcı, “Ateş edemem, yoksa aynı zamanda prensesi vurur öldürürüm” dedi.
“O zaman ben marifetimi göstereyim” diyen hırsız gizlice oraya yanaşarak canavarın altından kızı çekip alıverdi. Hayvan hiçbir şeyin farkına varmadı ve horlamasını sürdürdü.
Ama canavar uyandığı zaman prensesin orada olmadığını görünce onların peşine takıldı; çok kızgındı, ağzından ateşler çıkıyordu. Tam gemiye yaklaşıp onu devirmeye kalktığı anda avcı tüfeğini omuzladı ve onu tam kalbinden vurdu. Yaratık düşüp öldü; ama o kadar cüsseliydi ki, düşerken gemiyi parçaladı. Neyse ki, yüzmekte olan birkaç kalasa tutunarak denizin ortasında çabalamaya başladılar. Hayatları tehlikedeydi.
Ama terzi boş durmadı; cebinden çıkardığı o harika iğnesiyle kalaslara hemen birkaç dikiş attı; sonra onun üzerine oturarak geminin bütün parçalarını topladı. Sonra onları da dikmeyi becererek bir gemi yaptı. O gemiyle eve döndüler.
Kral kızını görünce çok sevindi. Dört kardeşe şöyle dedi: “İçinizden biri kızımla evlenebilir, ama bunun kim olacağına kendiniz karar verin.”
Bu kez dört oğlan arasında tartışma çıktı.
Gökbilimci, “Ben prensesi görmemiş olsaydım, sizin tüm becerileriniz boşa gidecekti. Bu yüzden kızı ben hak ettim” dedi.
Hırsız şöyle konuştu: “Görmüşsün ne fayda! Ya ben prensesi canavarın elinden çalmamış olsaydım? Onu ben hak ettim!”
Bu kez avcı, “Sizler prensesi canavardan kurtardınız, ama benim kurşunum olmasaydı hepiniz ölmüştünüz. Onun için kız benim!” dedi.
Terzi, “Dikiş sanatımı göstermemiş olsaydım hepiniz boğulup gitmiştiniz. Yani kızı ben hak ettim” diye karşı çıktı.
Bunun üzerine kral, “Her biriniz aynı hakka sahipsiniz, ama hiçbiriniz kızımı alamayacağına göre sizlere krallığımın yarısını ödül olarak veriyorum” dedi.
Bu karar dördünün de hoşuna gitti. “En iyisi aramızda anlaşalım” dediler.
Her birine krallığın yarısı düştü ve Tanrı’nın izniyle hepsi babalarıyla birlikte mutlu yaşadı.