Wednesday, 13/11/2024 - 19:42
19:24 | 09/07/2019
İsteklerin kabul gördüğü bir çağda cadının teki bir prense büyü yaptı. Buna göre oğlan ormanda, koskoca bir demir soba içinde yatıp kalkacaktı. Yıllarca orada kaldı ve kimse onu oradan kurtaramadı.
Günün birinde o ormana bir prenses geldi; yolunu şaşırıp babasının sarayını bulamamıştı. Dokuz gün orada burada dolaştıktan sonra sonunda o demir sobanın önüne geldi. “Kimsin sen? Nereye gidiyorsun?” diye bir ses yükseldi sobanın içinden.
“Yolumu kaybettim, babamın sarayını bulamıyorum, yani eve gidemiyorum” diye cevap verdi kız.
“Evini bulmana yardım edebilirim” dedi demir sobanın içindeki ses. “Hem de en kısa zamanda. Ancak isteğimi yerine getireceğine dair bir kağıt imzalayıp bana verirsen! Sen nasıl bir prensessen ben de koca bir prensim ve seninle evlenmek istiyorum.”
Kız dehşet içinde kaldı ve “Aman Tanrım, bir demir sobayla ne yapayım ben?” diye geçirdi aklından.
Ama kesinlikle eve gitmek istediği için, kendisine söylenen şeyi yerine getireceğine dair kâğıt imzaladı.
“Eve git, yanına bir bıçak al ve buraya gel; onunla sobayı oyacaksın!” dedi demir sobanın içindeki ses. Kızın yanına bir de adam verdi. Adam yol boyunca hiç konuşmadı ve kızı iki saat sonra saraya bıraktı.
Prensesin döndüğünü gören saray halkı bayram yaptı. Yaşlı kral onu kucaklayarak öptü.
Ama kızın hiç keyfi yoktu. “Babacığım, başıma neler geldi bir bilsen!” diye söylendi. “Demir sobaya rastlamasaydım o vahşi ormandan çıkamazdım, ama bunun karşılığında yine döneceğime, kendisini kurtarıp onunla evleneceğime dair kâğıt imzaladım.”
Kral öylesine dehşete kapıldı ki, neredeyse düşüp bayılacaktı; çünkü bu dünyada tek bir kızı vardı. Danışmanları prensesin yerine değirmencinin kızının gitmesini önerdi. Ona bir bıçak vererek yolladılar, o bıçakla sobayı oyacaktı!
Kız yirmi dört saat uğraştıysa da en ufak bir delik bile açamadı. “Bana dışarısı gündüzmüş gibi geliyor” diye seslendi demir sobanın içindeki ses. “Bana da öyle, yani babamın değirmeninin sesini duyuyorum” dedi kız.
“Öyleyse sen değirmencinin kızısın, hemen git buradan da kralın kızı gelsin!”
Kız giderek yaşlı krala durumu anlattı. Dışarıda bekleyen adam onu değil, prensesi istiyordu.
Yaşlı kral yine dehşet içinde kaldı, kızı da ağlamaya başladı. Ama sarayda bir çoban kızı vardı ki, değirmencinin kızından daha güzeldi. Para karşılığında demir sobaya prensesin yerine onun varması kararlaştırıldı. Ve onu dışarı çıkardılar.
Kız sobanın yanına götürüldü. O da yirmi dört saat uğraştı, ama hiçbir sonuç alamadı.
“Bana dışarısı gündüzmüş gibi geliyor” diye seslendi demir sobanın içindeki ses. “Bana da öyle, babamın kavalını duyuyorum” dedi kız.
“O zaman sen çoban kızısın. Hemen git buradan, prenses gelsin. Söyle kendisine, vermiş olduğu sözü yerine getirsin! Eğer gelmezse bütün krallık mahvolacak, taş üstünde taş kalmayacak” dedi sobadaki ses. Bunu duyan prenses ağlamaya başladı, ama verdiği sözü tutmaktan başka çaresi yoktu.
Babasıyla vedalaştıktan sonra yanına bir bıçak alarak ormana gitti ve sobanın yanına vardı. Hemen bıçakla demir sobayı oymaya başladı; demir yumuşayıverdi ve iki saat sonra kız, ufak da olsa bir delik açtı. Bu delikten içeri bakabiliyordu.
“Sen benimsin, ben de senin; bundan sonra sen benim nişanlımsın. Beni kurtardın!” dedi oğlan. Ve onu kendi sarayına götürmek istedi. Ancak kız bir kez daha babasını görmek üzere saraya gitmek istedi, oğlan buna izin verdi. Ama babasıyla üç kelimeden fazla konuşmaması kaydıyla! Ve ondan sonra da geri dönecekti!
Neyse, kız evine vardı, ama babasıyla üç kelimeden fazla konuştu; işte o anda demir soba ortadan yok oldu. Oğlan, kristal dağdan ve keskin kılıçlar üzerinden geçti, artık serbestti.
Derken kız babasıyla vedalaştı, yanına çok değil biraz para aldı ve yine ormana giderek sobayı aradı, ama bulamadı. Dokuz gün boyunca aradı, ama sonra o kadar acıktı ki, ne yapacağını bilemedi. Artık onu hayatta tutacak bir şey kalmamıştı. Akşam olunca ufak bir ağaca çıktı ve geceyi orada geçirmeyi düşündü; çünkü vahşi hayvanlardan korkuyordu.
Gece yarısı olduğunda ta uzakta bir ışık gördü ve “Hele şükür, kurtuldum!” diye düşünerek ağaçtan indi ve ışığın olduğu yere yürüdü, yolda da hep dua etti. Derken küçük ve köhne bir eve vardı. Evin önünde otlar bitmişti ve ufak bir yığın da odun vardı.
“Nereye geldim acaba?” diye aklından geçirerek pencereden içeri baktı. Odada ufak ve şişko bir kurbağadan başka bir şey göremedi, ama tabak ve bardakların olduğu, kızarmış et ve şarapla donanmış bir sofra hazırlanmıştı. Cesareti ele alarak kapıyı çaldı. Şişko kurbağa cevabı yapıştırdı:

Küçük yeşil bacaklı kız
Ve de onun yavru köpeği
Bakın bakalım kim gelmiş?

Bir kurbağa yavrusu yerinden kalkarak kapıyı açtı. Kız içeri girer girmez hepsi ona hoşgeldin deyip oturması için yer gösterdi. “Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” diye sordular.
Kız neler olup bittiğini, üç kelimeden fazla konuştuğu için sobanın prensle beraber nasıl ortadan yok olduğunu, kendisinin onu bulmak üzere nasıl dere tepe düz gittiğini ve onca yol kat ettiğini anlattı. Bunun üzerine şişko kurbağa şöyle dedi:

Küçük yeşil bacaklı kız
Ve de onun yavru köpeği
Getirin bana büyük kutuyu.

Kurbağa yavrusu gidip kutuyu getirdi. Ondan sonra kıza yiyecek içecek verdiler, onu kadifeden ve ipekten yapılmış güzel bir yatağa yatırdılar. Kızcağız hemen uyudu.
Ertesi gün ayağa kalktı. Yaşlı kurbağa yanında taşıması için büyük kutudan üç tane kocaman iğne çıkardı. Bunlar ona lazım olacaktı, çünkü çok yüksek bir kristal dağı aşacak, üç keskin kılıcın üzerinden yürüyecek ve büyük bir nehri aşacaktı. Ancak o zaman sevgilisine kavuşabilirdi.
Bunları anlattıktan sonra ona üç kocaman iğnenin yanışıra bir saban tekerleği ve üç adet de ceviz verdi. Bunlara çok dikkat etmek zorundaydı kız. Bunları yanına alarak yola çıktı. Kristal dağa vardı, ama her taraf o kadar kaygandı ki, hemen üç iğneyi takoz olarak kullandı ve yoluna devam etti. Dağı aşarken onları bıraktığı yeri de aklında tuttu. Derken üç keskin kılıçlı yola geldi, onu da tekerleğe binerek aştı. Aynı şekilde büyük nehri de sandalla geçerek çok güzel ve çok büyük bir saraya vardı.
Oraya sığınarak fakir bir kız olduğunu ve iş istediğini söyledi. Ama koskoca ormandaki demir sobadan kurtardığı nişanlısının bu sarayda olduğunu biliyordu. Neyse, onu az bir para karşılığında işe aldılar.
Öte yandan prens başka bir kız bulmuştu ve onunla evlenmek niyetindeydi, çünkü nişanlısının çoktan öldüğünü sanıyordu.
Kız o akşam mutfakta bulaşıkları yıkayıp üstünü başını temizledikten sonra elini cebine attı ve yaşlı kurbağanın verdiği üç cevizi hissetti. Bir tanesini kırıp yemek istedi, ama içinden çok güzel, kraliçelere layık bir giysi çıktı. Müstakbel gelin bunu duyunca gelip bu giysiye baktı ve “Bu hizmetçilere yakışmaz” diyerek onu satın almak istedi. Kız elbiseyi satmak için bir şart koştu: sadece bir geceliğine damadın odasında kalacaktı! Elbise o kadar güzeldi ki, gelin buna razı oldu. Akşam müstakbel kocasına bunu anlattıktan sonra, “Bu kaçık kız senin odanda yatmak istiyor” dedi. “Sen razıysan mesele yok” diye cevap verdi oğlan.
Ama nişanlısı ona içine uyku ilacı attığı bir bardak şarap verdi. Neyse, her ikisi de aynı odaya girdi. Oğlan öyle derin bir uykuya daldı ki, kimse onu uyandıramazdı.
Kız bütün gece ağlayıp durdu. “Ben seni ormandaki demir sobadan kurtardım, sonra seni aradım, bulmak için kristal dağı aştım, üç kılıcın üzerinden yürüdüm, koskoca nehri geçtim ve seni buldum, ama sen beni dinlemek istemiyorsun!” diye sızlandı.
Hizmetçiler odanın kapısı önünde oturup kulak kabarttılar ve kızın bütün gece ağladığını duydular, bunu ertesi sabah efendilerine söylediler.
Kız ikinci akşam ikinci cevizi kırıp yemeye kalkışınca çok daha güzel bir giysiyle karşılaştı. Müstakbel gelin bunu da satın almak istedi. Ama kız istemedi, ancak müstakbel damadın odasında bir gece daha kalma şartıyla buna razı oldu.
Müstakbel gelin yine oğlana uyku ilacı verdi. Oğlan öyle bir uyudu ki, hiçbir şeyi duymaz oldu.
Kız yine bütün gece ağladı. “Ben seni ormandaki demir sobadan kurtardım. Sonra seni aradım; kristal dağı aştım, üç kılıcın üzerinde yürüdüm, koskoca nehri geçtim ve seni buldum. Ama sen beni dinlemek istemiyorsun!” diye yanıp yakardı.
Oda kapısının önünde bekleyen hizmetçiler bunu ertesi sabah efendilerine anlattı.
Kız üçüncü akşam üçüncü cevizi yemeye kalkışınca içinden saf altın bir giysi çıktı. Müstakbel gelin bunu görünce hemen satın almak istedi. Ama kız geceyi üçüncü kez damadın odasında geçirmek şartıyla buna razı oldu.
Bu kez oğlan çok dikkat etti ve kendisine verilen uyku ilacını içer gibi yaparak yere döküverdi. O gece kız ağlaya ağlaya, “Sevgilim, ben seni o vahşi ormandan, o demir sobadan kurtardım” diye yakınmaya başlayınca prens yatakta doğruldu. “Gerçek sevgilim sensin; sen benimsin, ben de senin!” dedi. Hâlâ uyumakta olan sahte nişanlıdan giysileri geri aldılar ve o gece beraber bir arabaya atlayarak oradan ayrıldılar.
Büyük nehri ceviz kabuğundan yaptıkları kayıkla aştılar, keskin kılıçların üzerinden saban tekerleğiyle geçtiler, kristal dağa vardıklarında da üç kocaman iğneyi takoz olarak kullandılar.
Böylece ufak eve vardılar, ama içeri girer girmez o ufacık ev, koskoca bir saraya dönüştü. Kurbağaların hepsi kurtuldu, aslında onlar hep kral çocuklarıydı. Artık herkes sevinçten uçuyordu.
Derken düğün yapıldı. Kızla oğlan sarayda kaldı. Burası kızın babasının sarayından çok daha büyüktü. Yaşlı adam yalnız bırakılmış olmaktan yakındığı için onu da yanlarına aldılar. Böylece iki krallık birleşti ve hep birlikte mutlu yaşadılar.

Derken bir fare geldi
Ve masal sona erdi.



Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *