Çoook önceleri, Tanrı’nın yeryüzünde dolaştığı günlerde toprak şimdikinden çok daha verimliydi. Başaklar şimdikinin elli altmış değil de dört beş yüz katı fazlaydı. Sapından tepesine kadar hep buğday doluydu. Ama insanoğluna yaranılmaz işte! Tanrı’nın verdiği bu bereketin kadrini ve kıymetini bilemeden onları bol bol harcadılar.
Bir gün bir kadın buğday tarlasına daldı; yanındaki ufak çocuğu oraya buraya sıçrarken bir su birikintisine düşerek elbisesini kirletti.
Annesi o güzel başaklardan bir avuç kopararak çocuğun elbisesini temizledi.
O sırada oradan geçmekte olan Tanrı bunu görünce öfkelendi ve “Bundan böyle başak artık buğday taşımasın! İnsanoğlu kendisine sunulan bereketin kıymetini bilmiyor” dedi.
Orada bulunup da bu sözleri duyanlar dehşet içinde kaldılar; hemen diz çökerek az da olsa başakta biraz buğday kalması için yalvarmaya başladılar. Kendileri hak etmemiş olsalar bile, hiç değilse suçsuz tavuklar aç kalmasınlar diye!
Bu sefaleti gören Tanrı onlara acıdı ve ricalarını kabul etti.
Sonuçta insanlara buğday bugünkü haliyle kaldı.