Oysa oğlanla bu kız birbirlerinden hoşlanmış ve ayrılmamaya karar vermişlerdi. Nitekim kız babasına, “Ben asla başkasına varmam” dedi.
Kral buna o kadar öfkelendi ki, hemen ay ve gün ışığının giremeyeceği kapkaranlık bir kule inşa ettirdi.
Kule tamamlanınca kızına, “Yedi yıl burada kalacaksın! Yedi yıl sonra gelip bakacağım, inadın kırıldı mı diye” dedi.
Yedi yıllık yiyecek içeceği bu kuleye getirdiler, sonra da kızı hizmetçisiyle birlikte oraya tıktılar. Pencerelere ve kapıya duvar örüldü; yani havadan ve topraktan tecrit edildiler. Böylece gece gündüz hep karanlıkta kaldılar.
Prens ise sık sık bu kulenin etrafında döndü, kıza seslenip durdu, ama kulenin kalın duvarlarından ne içeriye bir ses gitti, ne de içerden bir ses çıktı.
Içerdekiler ağlayıp sızlanmaktan başka ne yapacaklardı ki!
Böylece zaman geçti; yedi yılın dolmasına az kala yiyecek içecekleri azaldı. Yakında kurtulacaklarını umdular, ama ne bir çekiç sesi işittiler, ne de duvardan bir taşın oynayarak yere düştüğünü!
Yiyecekleri iyice azalınca, ölümün yaklaşmakta olduğunu hissettiler; bunun üzerine Bakire Maleen: “Başka çaremiz yok! Şu duvarı kırmaya bakalım” dedi. Eline bir ekmek bıçağı alarak duvarı kazımaya başladı; yorulduğu zaman hizmetçisi bu işi sürdürdü hep.
Uzun süren çalışmalardan sonra bir taşı yerinden oynatıp alabildiler; bunu İkincisi ve üçüncüsü takip etti. Uç gün sonra içeriye gün ışığı girebildi. Sonunda, dışarısını seyredebilecek büyüklükte bir delik açtılar. Gök masmaviydi, içeriye temiz hava giriverdi; ama manzara öyle kasvet vericiydi ki! Babasının sarayı tamamen yıkılmıştı; göz alabildiğince şehirler, köyler… hepsi yakılmıştı. Tarlalar altüst edilmişti; ortalıkta hiçbir insan gözükmüyordu.
Duvardaki delik içinden geçilecek kadar büyüyünce önce hizmetçi kız oradan dışarı çıktı, sonra da Bakire Maleen.
Ama nereye gideceklerdi ki? Düşman tüm krallığı çöle çevirmiş, yöre halkını katletmişti.
Bunun üzerine Bakire Maleen’le hizmetçisi başka bir ülkeye gittiler, ama orada ne kalacak bir yer buldular, ne de kendilerine bir parça ekmek verecek birini. O kadar yoksul kaldılar ki, karınlarını ısırgan otu yiyerek doyurdular.
Uzun uzun dolaştıktan sonra başka bir ülkeye geldiler; her yerde iş aradılar, ama kimse onlara acımadı.
Sonunda büyük bir şehre vararak doğru saraya gittiler. Tam oradan da kovulmak üzereydiler ki; neyse ki aşçı onları Külkedisi gibi çalıştırmak üzere yanma aldı.
Bulundukları ülkedeki kralın oğlu Bakire Maleen’in nişanlısından başkası değildi aslında! Babası ona bir başka kız bulmuştu, ama kızın yüzü karakteri gibi çirkindi.
Derken düğün günü geldi çattı ve gelin çıkageldi, ancak çirkinliği fark edilmesin diye herkesten saklanarak odasına kapandı. Bakire Maleen ona mutfaktan yemek götürmekle görevlendirildi.
Gelin ve damadın kiliseye gidecekleri gün kız çirkinliğinden öyle utandı ki! Sokakta görenlerin kendisiyle gülüp alay edeceklerinden de çok korktu.
Bunun üzerine Bakire Maleen’e, “Şans kapını çaldı; ben ayağımı incittim, sokakta yürüyemeyeceğim. Gelinliğimi sen giy ve benim yerime geç. Bundan daha büyük bir şeref olamaz senin için” dedi.
Ama kız bu öneriyi reddetti. “Hak etmediğim bir şerefi üstlenmek istemem” dedi. Kendisine altın teklif edildiyse de kabul etmedi.
Gelin, “Madem ki söz dinlemiyorsun, bu senin hayatına mal olacak! Kafanın uçurulması için tek kelime söylemem yeterli” diye köpürdü.
Kız ister istemez onun gelinliğini giydi ve takılarını taktı. Sarayın salonuna geldiğinde herkes onun güzelliği karşısında şaştı kaldı.
Kral oğluna, “Sana seçtiğim gelin bu işte! Şimdi onunla kiliseye gideceksin” dedi.
Damat şaşırdı ve aklından şöyle geçirdi. “Bu benim eski sevgilim Bakire Maleen’e ne kadar da benziyor! Hani neredeyse o olduğuna inanacağım. Ama onu yıllardır kulede tutuyorlar ya! Belki de ölmüştür!”
Ve kızın elinden tutarak birlikte kiliseye gittiler. Yolda bir ısırganotu yığınının önünden geçerlerken kız şöyle mırıldandı:
Isırgan, demek buradasın?
Beni nasıl unutasın!
Vaktiyle seni pişirip yedim,
İyi ki varmışsın dedim.
“Ne dedin sen?” diye sordu prens.
“Hiç” dedi kız. “Bakire Maleen aklıma geldi de!”
Kızın Maleen’i bilmiş olmasına şaştıysa da ses çıkarmadı oğlan.
Kiliseye varan yola girdiklerinde kız yine mırıldandı:
Patika yol, sakın bozulup kırılma
Asıl gelin ben değilim, aldırma!
“Ne dedin sen?” diye sordu prens.
“Hiç!” diye cevap verdi kız, “Sadece Bakire Maleen’i düşündüm de!”
“Sen onu tanıyor musun?”
“Hayır” diye cevap verdi kız, “Nerden tanıyacağım? Sadece adını duydum”
Kilisenin kapısına geldiklerinde kız yine mırıldandı:
Patika yol, sakın bozulup kırılma,
Asıl gelin ben değilim, aldırma!
“Ne dedin sen?” diye sordu prens.
“Şey” diye cevap verdi kız, “Bakire Maleen’i düşündüm de!”
Sonra prens kızın boynuna çok kıymetli bir gerdanlıkla iki sıra altın zinciri üst üste taktı.
Sonra kiliseye girdiler. Rahip sunak önünde onların ellerini birleştirerek nikâhlarını kıydı.
Oğlan kızı eve getirdi, ama kız yolda hiç konuşmadı. Saraya varır varmaz hemen gelin odasına koşarak üzerindeki giysileri ve takıları çıkardıktan sonra gri önlüğünü giydi; sadece prensin verdiği gerdanlıkla zinciri alıkoydu.
Gece olup da gelini prensin odasına getirdiklerinde kız başkaları fark etmesin diye yüzünü peçeyle örtmüştü.
Herkes dağıldıktan sonra prens ona şöyle dedi: “Yolda giderken ısırgana neler söyledin sen?”
“Ne ısırganı?” diye cevap verdi gelin, “Ben öyle ısırgan mısırganla konuşmadım.
“O zaman asıl gelin sen değilsin” dedi prens.
Bunun üzerine gelin kendi kendine şöyle mırıldandı:
Bunu hizmetçi kıza sorayım,
Ki ne düşündüğünü anlayayım.
Dışarı çıkarak Bakire Maleen’in yanma vardı. “Kız, söyle bakayım ısırgana ne dedin sen?” diye sordu.
“Ben sadece şöyle dedim:
Isırgan, demek buradasın,
Beni nasıl unutasın!
Vaktiyle seni pişirip yedim,
İyi ki varmışsın dedim.
Çirkin kız hemen yatak odasına koşarak, “Şimdi biliyorum ısırgana ne dediğimi” diyerek az önce duyduğu sözleri tekrarladı.
“Peki, patika yolda yürürken ne söyledin?”
“Patika yolda mı, ben orada bir şey söylemedim. Hiç kimşeyle de konuşmadım.”
“O zaman asıl gelin sen değilsin!”
Çirkin kız yine kendi kendine mırıldandı:
Bunu hizmetçi kıza sorayım
Ki ne düşündüğünü anlayayım.
Dışarı fırlayarak bakire Maleen’in yanına vardı. “Kız, patika yoldayken ne dedin sen?”
“Ben sadece şöyle söyledim:
Patika yol, sakın bozulup kırılma
Asıl gelin ben değilim, aldırma!”
“Bu senin hayatına mal olacak” diye haykırdı gelin ve hemen odaya koştu. “Patika yolda ne dediğimi biliyorum şimdi” diyerek duyduğu sözleri tekrarladı.
“Peki, kilisenin kapısmdayken ne dedin?”
“Kilisenin kapısmdayken mi?” diye cevap verdi çirkin kız. “Ben kapıyla mapıyla konuşmam!”
“O zaman asıl gelin sen değilsin!”
Kız dışarı çıkıp bakire Maleen’i buldu. “Kız, söyle bakayım, kilisenin kapısmdayken ne dedin sen?”
“Ben sadece şunu söyledim:
Kilisenin kapısı, sakın bozulma,
Asıl gelin ben değilim, aldırma!”
“Görürsün sen!” diyerek büyük bir öfke içinde yatak odasına koştu ve “Kilisenin kapısmdayken ne dediğimi biliyorum şimdi” diyerek duyduklarını tekrarladı.
“Peki, benim sana orada verdiğim hediye nerede?” diye sordu oğlan.
“Ne hediyesi? Sen bana hediye mediye vermedin” dedi çirkin kız.
Prens, “Ben onu senin boynuna kendi elimle taktım; iki sıra zinciri de! Eğer bunu bilmiyorsan asıl gelin sen değilsin demektir” dedikten sonra onun yüzündeki peçeyi açtı; onun çirkinliğini görünce dehşete düştü: “Nerden çıktın sen? Kimsin sen?” diye sordu.
“Ben senin nişanlımın; dışarıdaki halk beni görür de alay eder diye korktum, bizim Külkedisi’ne benim gelinliğimi giymesini ve kiliseye benim yerime gitmesini emrettim” diye cevap verdi gelin.
“Nerde o kız?” dedi oğlan, “Görmek istiyorum, getir onu hemen buraya!”
Çirkin kız dışarı çıkarak muhafızlara, Külkedisi’nin bir düzenbaz olduğunu söyleyerek kafasının kesilmesini emretti.
Muhafızlar kızı sürükleyerek götürmek isteyince o, avazı çıktığı kadar bağırarak yardım istedi. Prens bu haykırışı duyunca odasından fırladı ve muhafızlara kızı şimdilik serbest bırakmalarını emretti.
Her yerde ışıklar yakıldı ve prens kızın boynundaki gerdanlığı görüverdi; bunu ona kilisenin kapısmdayken vermişti!
“Benimle kiliseye giren asıl gelin sensin” dedi.
Ve ikisi yalnız kalınca şöyle konuştu: “Sen kilisenin kapısmdayken Bakire Maleen’den bahsettin. O zaman düşündüm, bu kız o olabilir mi diye? Ona o kadar benziyorsun ki!”
Bunun üzerine genç kız, “Yedi yıl kulede mahpus kalan, karanlıkta açlık ve susuzluktan nerdeyse ölecek duruma düşen, onca eziyet ve sıkıntıyı çeken Bakire Maleen benim! Ama bugün artık güneş yüzüme gülüyor! Kilisede de nikâhım kıyıldı, yani senin yasalara uygun gerçek karın benim” dedi.
Öpüştüler; ikisi de ömürlerinin sonuna kadar mutlu yaşadılar.
Ceza olarak sahte gelinin boynu uçuruldu.
Bakire Malen’in içinde yedi yıl yaşadığı kule uzun yıllar öyle kaldı. Çocuklar ne zaman onun önünden geçse, hep şu şarkıyı söylerler:
Hoplaya zıplaya geldik kapıya
Prenses burada yatmıştı ya!
Duvarı kırılmak bilmedi
Taşlan bir türlü delinmedi.
Sonunda yavuklular kavuştu,
Bu masalı dinlemek çok hoştu.